31 Ocak 2013 Perşembe

EVLİLİKTE SEN VE BEN’LE BİZ OLABİLMEYİ BAŞARABİLMEK….



        Neden hep eskiler özlenir ve iç geçirilip anımsanır sanki…İlk tanıştığınız zaman, ilk buluştuğunuz gün, ilk sözlenme, nişanlanma ve hatta evliliğin ilk birkaç ayı. Şimdisini  yaşamalı insan oysa;  karşısındakinin hislerini önemsedikten, değerini kaybettirmeden, onu başka insanlardan daha az değerli görmedikten sonra hiç arkasına bakıp iç geçirebilir mi insan. Sadece bir anı olarak kalmaz mı yaşamında eskileri….
       Bir yazar tarafından; yaşamaktan değil, yaşayamamaktan yorulduklarını anlatan hüzünlü bir ilişki içerisinde buldum kendimi; bir karı koca hikayesi. Bana göre birlikte yaşamayı öğrenemeyen insanların ilişkisi; gidip istediği hayatı yaşamayı düşünen fakat bir türlü gidemeyenlerin öyküsü. Evliliklerde insanlar evet “evliliği öğreniyorlar” fakat ya karşı tarafı hissederek onunla birlikte yaşamayı “hayır”. Karşımızda ki insan için, kendi isteğimizle; alışkanlıklarımızdan vazgeçmekte çirkin değildir aslında. Aksine güzeldir, değerlidir; ortak bir noktada buluşabilmek. Fakat herkes zihninde, bir olması gerekeni programlıyor sanki. Erkek için; evine geç gitmemek, daha çok çalışıp para kazanmak, yapılan yemekleri beğenmek, belki beğenmese bile destek olmaya çabalamak, her zaman eşinin yanında olduğunu hissettirmeye çalışmak. Kadın için ise; yemek hazırlamak, çamaşırları yıkamak, ütü yapmak, bulaşıklarla ilgilenmek, eşi için süslenmek, eşinin ilgisini başka kadınlara çekmemeye çalışmak ve işi konusunda  her zaman eşinin yanında olduğunu hissettirmeye çalışmak.
       Neden hep uzun süren evliliklerin ardından; özellikle çocukları büyüttükten sonra bir tarafın kendini bulması, kendini yaşayabilmesi için eşini terk etmesi gerektiği inancı savunulur. Neden hep yapıcı değil yıkıcı çözümler geliştirilir. Hayatta birbirine yakın iki kişi karı kocayken, çekip gitmeyi göze alan kişi; sonrasında, kiminle, kaç kişiyle ne yaşarsa yaşasın, eşinin yerini hiçbir yaşanmışlığın doldurmayacağını bilse de neden bir heves uğruna kendini belirsizliğin, hatta mutsuz ilişkilerin içine sokar .
      Bize evliliği anlattılar evet ama eksik, tek yönlü anlattılar. Belki evliliği koruyabilme iç güdüsünün yoğun hissedilebilmesini sağlayabilmek “aman ha” yanlış yönlendirmelere mahal vermemek için. Belki de kendi evliliklerinde ki sorunların çözümü sandıklarını anlatabilme çabasından.  En çok ta katlanılması, vefakâr olunması, fedakâr olunması gerekliliği kafamıza vuruldu, vuruldu. Evliliği öğrenmeye programlandık ama iki kişi bir olmayı, birlikte yaşamayı öğrenemedik. Ve yaşayarak, hissederek öğrenemeden ailemizi çoğaltmaya, yeni bireyler yetiştirmeye başladık. Hep içimizdeki “ben”i yaşayamadığımız, evlilik standartlarının dışına çıkmamamız gerekliliği inancıyla boğuşup dururken bir gün çocukların büyüdüğü ve artık çekip gidebilmenin; ardında kalanlar için değil kendimiz için yaşanması gerektiği inancına bürünüp acımasızca; hiç bir şey yaşamamış gibi kendimizi belirsizliğe ittik.
        Eğer öğrenseydi çekip giden; iki kişi bir olarak yaşayabileceğini ve zor gibi görünen; eşinin ihtiyaçlarının önemsenmesi, sosyal hayatın birlikte paylaşıldığında anlam kazandığını. Bilebilseydi kalan; eşi onunla bir şeyler paylaşmak istediğinde bana uymaz demeyip ortaklaşa kendi isteklerine uyum sağlamayı ve birlikte konuşmayı başarabilseydiler, ne eskiyi arayan olurdu ne de çekip gitmeyi fırsat kollayan…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder